Hola'yı Teslim Alıyoruz

Birinci gün evden araba ile çıktık ve Atatürk Havalimanına vardık. Herkes check-in yapmıştı. 9 kişi olunca bayağı bir kilomuz vardı. Teknenin bazı malzemelerini yanımızda götürmemize rağmen hala 60 kilo hakkımız vardı. Ben babamla Lounge girdim. Çünkü Lounge’ta çok güzel mantı yapıyorlar ve bende mantıyı seviyorum. Ben 2 kase mantı yedim. Biraz Ps4 oynadım. Uçağa binme zamanı gelmişti. Benim babamla yerim 9A ve 9C, diğer 6 kişi 28. sırada oturuyor, gruptan bir kişi ise business classta oturuyordu. Babamla benim aram boş olunca arkadan Cenk  geldi ve yolculuk boyunca konuştuk. Uçak artık inmişti. Biz babamla önde oturduğumuz için uçaktan erken çıktık. Biz havalimanını keşfederken Cenk’ler daha yeni çıkıyordu. Aracı kiraladığımız yere geldiğimiz de bir Peugeot Van  ve BMW 2 kiraladık. BMW’de ben, babam, Cenk, Özgür vardı. Diğer araçta ise Bahadır, Feyza, Özlem, Ediz, İhsan vardı. Araba ile havalimanından çıktık Paris’te çok trafik olduğundan dolayı 2 saatte 20 km ancak gidebilmiştik. Yolun uzunluğu yaklaşık 480 kilometreydi. Geri kalan yoluda 5 saatte gidince sonunda vardık. Saat 23:30 du. 4 saatlik uçuş ve 7 saatlik araba yolculuğu ardından herkes yorulmuştu.

İkinci gün tekneyi teslim edecek olan Alain ile buluştuk. Whatsapp ta konum atmayı bilmeyince olduğu yerin ekran görüntüsünü çekip bize göndermişti. Bize “blue tower “ diye söylediği yer marinanın ofisiymiş. “Next to cafe machine”  diyordu sürekli ve biz bunun ne olduğunu bilmiyorduk. Biz cafe aradık, teknenin yanında kahve makinesi var sandık o da değilmiş. Meğerse “blue tower”in içinde kahve makinesi varmış. Bizi orada bekliyormuş. Onu bulduktan sonra tekneyi kontrol ettik. Teknenin mutfak tezgahında bir çatlak vardı. Diğer küçük problemleri tamir ettikten sonra tekne malzemeleri satan mağazaya gittik. Orada bir cansalı sipariş vermiştik ama gelmemişti. Üzüldük tabi, cansalı ve can yelekleri olmadan deneme sürüşüne çıkamayız. Öğlen yemeğinde ben Kraliyet Çipurası yedim. (burada böyle söylüyorlarJ) Biraz gezdikten sonra  hotele gittik. Hotelde biraz langırt oynadıktan sonra yemeğe gittik. Yemekte fish and chips yedim. Balık tam beklediğim gibi değildi. Yemekten sonra herkes hotele gidip uyudu.

Üçüncü gün cansalının gelmesi umudu ile dükkana gittik ama oranın müdürü Alex sipariş vermemiş ve tatile çıkmış. Sonra tekne için çanak, çömlek aldık. Halı malzemesi aldık. (halıyı teknenin içine girerken ıslanmasın diye yapacaktık) Ben hasta olduğum için bunların hepsi olurken yoktum.

Dördüncü gün gene hastaydım ama biraz daha iyi olduğum için deneme seyrine gittim. Seyire çıkmak için Alain can yeleği gerek dedi. Can yeleklerini mağazadan Bahadır, Cenk ve Ediz aldılar. Sonra çıktık, ilk dalgalar önden geldi tekne bir aşağı bir yukarı. 1.5 metrelik dalgalar vardı. Özlem ile Feyza dalgalara alışmaya çalışıyor ben ise eğleniyorum. Dalgaları arkadan alınca sörf yapmaya başladık. 6.5-7 knot yapmaya başladık. Bir süre deneme seyrini yaptıktan sonra marinaya doğru yöneldik. Yaklaşık 20 dk sonra marina ya giriş yaptıktan sonra pontona bordolamıştık. Ben teknede zıpladım diye Özlem  bana ‘’garibim’’ dedi, çünkü o daha yürümeye alışırken ben zıplıyor, koşuyor, yürüyordum. Herkes ilk önce hotele gitmek istedi, çünkü herkes üstünü değiştirecekti. Dışarıdaki herkes sırılsıklam olmuştu. Bende hotelde kalıp dinlendim.

Beşinci gün artık gitme günü gelmişti. Sabah erken kalkıp kahvaltıyı yaptık. Arabayla bizi tren garına bıraktılar. Biz trene bindik ve bende artık yaşadıklarımı yazmaya başladım. İlk trenle 2 saat gittik. Maalesef internet yoktu. O sırada kalan ödevleri yapıyordum, kitap okuyordum. İkinci trene binince internet vardı. İyi değildi ama vardı. Bu trenle de 2 saat geçirince havalimanın altındaki tren istasyonuna vardık. Havalimanına geldiğimizde Fransızların yani bunu yapanlar büyük, konforlu ve mantıklı yapmışlar. Terminaller bir birinden uzak olunca kendi aralarındaki ulaşım sürücüsüz trenler ile sağlanıyordu. Tek başına yavaşlıyor, hızalanıyor, duruyor ve kapı açıp kapıyordu. Terminale varınca kontuara gittik. Ben gene babamla Lounge gittim. Lounge İstanbul’da ki kadar güzel olmasada Berlin’dekinden daha güzeldi. Almanya’da “Berliner, Pfandkuchen’’ denilen tatlı burada vardı. Berliner’in reçeli olmasa bile orijinalinden daha güzeldi ama reçel olsa efsane olurdu. Lounge’ta pasaportunu verince VR gözlük veriyorlardı. Ben eğlendim ama babam ve diğer bana bakan insanlar bu çocuk ne yapıyor dedi. Ben basketbol oynuyordum. Top geliyor ve sen potasın. Potaya topu sokmalısın. Ben kafamı bir sağa bir sola, bir yukarı bir aşağı yapınca komik gözüküyordu tabi. VR gözlükle ilgilenirken babam bana “Enis hadi gidelim” dedi. Bende babamın peşinden biniş kapısına doğru koşuyordum. Terminalden biniş kapısına giderken yürüyen merdivenlerle karşılaştık. Artık şaşırmıyordum çünkü adamlar her şeyi yapmış. Uçağa bindik 5 dk sonra Feyza ve Özlem geldi, olanlarda bizle geri uçuyordu ama onlar arka taraftalar geneJ. Herkes uçağa yerleştiğinde kaptan anons yaptı ”yolculuğumuz süresince türbülans ile karşılaşabiliriz. Oturduğunuz sürece kemerleri bağlı tutunuz” dedi. Babamla bir süre sohbet ettikten sonra yazdığım şeyleri Özlem ablaya gösterdim. Kendisi çok güzel yazı yazıyor. İniş için hazırlandık. Ben hızlı çekim olarak bir video çektim. Biz gene önde oturduğumuz için önce çıktık. Babamla benim valizim yanımızda olduğu için Feyza ve Özlem’i bekledik. Görüşürüz dedik ve vedalaştık. Annem bizi karşılamaya gelmişti. Araç bekleme yerinde buluştuktan sonra beni ve babamı aldı ve eve gittik. Herkes mutlu  bir şekilde yattı.

Rüzgarı LoveSail ile Yakalamayı Unutmayın…

Enis Nils HIZLI

 

 

yazının görselleri